Tasarım özel sayı #259

 

GENLERİM ÜZERİNDEN, NEREDE OLURSAM OLAYIM, HANGİ ÜLKEDE İŞ YAPARSAM YAPAYIM KUZEY VE BATI ÇİZGİSİNDE DEĞİL DE, GÜNEY VE DOĞU ÇİZGİSİNDE BİR MİMARLIKTAN BAHSEDİYORUM VE İCRAATIM BU YÖNDE.
1997 yılında Tasarını Dergisi ile özel bir sayı çalışmanız olmuş (No:77). 18 yıldan bu yana neler değişti, neler oldu?


Ooo çok fazla şey oldu... Yaklaşık 20 yıl geçmiş, küçüktüm ufacıktım, top oynuyordum şantiyelerde.. Benim son çeyreğinde büyüyüp serpildiğim koca bir yüzyıl bitti. Raşit Tibet'in kurduğu Tasarım Dergisi, artık ikinci kuşağın yürüttüğü bir oluşum haline geldi. Türkiye merkezli ama artık dünyada da takip edilen bir dergi. Dünyanın neresine gitsem bizden önce orada, bu gurur verici. Devam etmesini ve nesilden nesile geçmesini diliyorum. Bizde olup bitenler ise, elbette mimarlık ve yapı sektöründe olan bitenler ve de buna bağlı olarak dünyada olup bitenlerden ayrı ele alınamaz. Ama ben gene de 'biz' üzerinden cevaplamaya çalışacağım sorularınızı.


Bu süre içinde iki merkezli çalıştık; İstanbul, New York ve tekrar İstanbul simdi.
Birkaç şehirde ofislerimiz var. Bunlardan Bodrum, sürekli aktif olanlardan biri. Bir de vakfımız oldu bu arada. Mimarlık ve yerleşme kültürünü araştırma-geliştirme amacıyla kurduk. Hatta ileride bir okul haline gelsin istiyoruz.


Mimarlık ve yerleşme kültürünü araştırma-geliştirme kısmını biraz açabilir miyiz? Vakfın amacı nedir?


GADev özünde balık vermekten çok balık tutmayı, bunun metotlarım paylaşmak üzerine kurulu. Bir bağış ve yardım vakfından farklı. Aldo Rossi'den öğrendim bunu; tasarla, inşa et ve öğret. Vakıf birikmiş arşivleri derlemek, analiz etmek gibi görevler de üstleniyor. Şimdilik GAD 'm biriken arşivine ilave olarak Mimar Alpaslan Ataman gibi başka mimarların da arşivlerini tarıyor. GADATLAS adına bir kitap projemiz var; konsepti 25/250.

Yani 25 yılda yaptığımız 250'den fazla projeyi anlatıyor. AAA arşivinden (Alpaslan Ataman Arşivi) ise, 'Mimaride Cetvel Düzeni' isimli bir ana kitabın olduğu ve bundan üreyen, çoğalan şimdilik beş kitap üzerine daha çahşıhyor. Kitap aslmda defterin çoğalmış hali ki; ister eskiz defteri, ister kelimeler toplamı diyelim buna. El yazması gibi bir şey aslında şu an tam olarak yaptığımız. AAAnm ki kesin bir elyazmasıdır, emin olduğumuz yerleri istediğimiz kadarıyla arabasımlar halinde güncelliyoruz. Alpaslan Ataman 'Back to the Future' (Geleceğe Dönüş) dediğimiz, geçmişte yer almış önemli mimarlık formül ve yaklaşımlarım aramıza getiriyor. Bunları ofisimizin günlük işlerliği arasında, değeri ölçülemeyen anlar olarak yaşıyor, nefes alıyoruz. Basabileceğimiz, sonra tekrar devam edebileceğimiz nitelikte işler olması dalla da heyecanlandırıyor bizi.

Vakıf aynca, mimarlık mesleğinin ve bina elde etme yöntemlerinin bugünkü işlerliğini ve alan kaybım, gelecekte nasıl bir eğitim düzeni olmalı gibi konular üzerinde çalışıyor.


Alan kaybı derken neyi kastediyorsunuz?


Mimar 150 yıl önce aynı zamanda sanatçı, inşaat mühendisi, şehir planlamacı, peyzaj mimari ya da bina ve şehir üretmek için ne varsa hepsiydi. Yirminci yüzyılın sonunda bu alanları sadece tek bir sorumluluk alanında ve konusunda eğitilen, mimar olmayan ve mimariden bihaber kişilerce yürütülür oldu. Hatta ve hatta, inşaat mühendislerinin mimarsız inşa yetkisi bile aldığı görüldü. Şehir planlamacılar mimarsız plan yaptılar. Belediyeler mimarlar olmadan yönetmelik yazdılar. Bu alanların yeniden mimarlık adına kazamlması gerekiyor.
Siz imar planları ve yönetmelikleri üzerine de çalışıyorsunuz bu durumda?


Evet, diyebilirim. Yönetmelikler işin anayasası aslında, senaryosu. Binalar ve çevre bu senaryoya göre şekilleniyor. Genel geçer yapı kültüründe kullanılmayan alanlar yürürlükteki yönetmelikler. Yapıları çatı duvar, çekme, çıkma, terk gibi alanlara ayırarak, kendi arsasına hapsedip kente kaynamalarım, diğer çevre yapılarla kaynaşmalarım pek hoş karşılamıyor ve hatta bu tür yaklaşımları yasaklıyor ya da uzun bürokratik periyodlara mahkum edip, cezalandırıyor.


Geçen yüzyıl bu ve buna benzer nedenler ve yaklaşımlar yüzünden haddinden fazla junk (çöp) bina üretildi. Kısa zamanlı ve anlık geçici ihtiyaçlara yönelik çok sayıda bina var ve hala da bizler bunları
konuşurken üretilmeye devam ediyor. Bu tarz taleplerden uzak durmaya çalıştık.


Bir mimar olarak, işin eğitim tarafında böyle bir sorumluluk alıyorsunuz. Peki GADev girişimi sizin mimarlık pratiğinizde bir değişim yarattı mı?


Bizim iki tarafımız var; birincisi meslek pratiği üzerinde yoğunlaşan GAD Architecture/Mimarkk, diğeri ise GAD Foundation/Vakıf İkisi bazen bağımsız, bazen de birlikte hareket ediyor ve birbirini besliyor. GAD artık genç ortaklar, geliştirmeciler ve uygulamacılar, araştırmacılarla donanmış, yaşları 25 ila 70 arasında bir aile. Mesleki pratik kısmı önemli ama, işin sosyal ve kültürel katkı taraû unutulmamalı. Nerede olursa olsun dünyanın hangi köşesinde olursa olsun dünyaya bir şey ekleyen, başka kültür ve şahısların yaptıklarını, geçmişi, bugünü, geleceği araştırmak, düşünmek ve tekrar tekrar bakmak çok önemli. Perudaki bir yapıdan da öğrenilecek şeyler var, Zeugmadan da. Mesela, Arapçada 'bina' demek zaten 'grammer' demek. Sadece hayallerini çizerek değil, konuşarak, tartışarak ve okuyarak, okutarak sürekli geliştirilmesi gereken bir durum olmalı bu dile yerleşen. Asırlar önce binanın kendisi kitaptı. Matbaayla birlikte başka bir anlam kazandı ama hala bina aklımızın bir uzantısı ve onun toplamında yerleşmeler, şehirler gündelik şartlarla hatalar içinde olunabilir. O zaman dönülür ve tarihe bakılır, binalara bakılır 'Yahu biz buradan buraya nasıl geldik?' diye.


Burada veya başka ülkelerde de ticaret kanunlarının yönlendirdiği her türlü limited, kolektif anonim şirket, ne varsa hepsini denedim ve şunu açıklıkla diyebilirim ki; benim kişiliğime uyan şey vakıf fikri, beni bu anlamda terbiye ediyor.


Vakıftaki Gökhan Avcıoğlu dalla paylaşmacı birisine dönüşüyor.


Vakfl konuştuk ama eminim okuyucularımızın bir çoğu GAD'ın da nasıl çalıştığını merak ediyor?


Ana kurguda benden başlıyor, sonra yavaş yavaş genele yayılıyor. Vakıf şemsiyesi altında yer alan projelerde ise olabildiğince Alparslan Ataman'm başlangıç teorilerine daha sık yer veriyoruz. Ben şöyle bakıyorum; 19. yüzyıldan başlayarak, o bahsettiğimiz mühendisliğin ve şehir planlamanın ve sayılamayacak birçok faktörün değişmesinden itibaren - mimaride bu bölüme "tez" bölümü diyelim- çok ciddi bir karşı duruş ortaya çıktı. Olağan konuların dışmda, hatta tersine bir takım "antitezler" oluştu yirminci yüzyılda. Muhteşem yapısal çözümler ortaya çıktı. Geniş açıklıklar, taşman, taşıyan, dengesini
kökten değiştiren öneriler bunlar. Ama öte yandan, şehirle ilişkileri sorunlu, otomobil endeksli çözümler ya da dünyayı kirleten kifayetli gibi görünüp aslmda kaş yaparken göz çıkaran malzemeler yumağı doldu...Sürdürülebilirliği sürdüremiyor bu malzemeler ve bu kıskaçtaki bina argümanı. Bu sebeple, 21.yiizyılda "sentez"e başladık. Yani eskiden ne vardı da, ne kaybettik, nasıl yapılıyordu, şimdi nasıl yapılıyor? gibi bir dizi soru sormaya başladık. Bir sentez üzerinden gidiyoruz izmler, bizimler yerine..


İzinler, akımlar genelde Batımn belirlediği kıstaslara göre şekilleniyor ve tüm pratikleri de etkiliyor, çünkü teoriyi de oluşturan bir taraftan Batı oluyor. Siz buradan kopmadan kendi mimarlık pratiğinizi nasıl anlatıyorsunuz?


Genlerim üzerinden, nerede olursam olayım, hangi ülkede iş yaparsam yapayım Kuzey ve Batı çizgisinde değil de, Güney ve Doğu çizgisinde bir mimarlıktan bahsediyorum ve icraatım bu yönde. Akdeniz'in Güney ve Doğu tarafından dalla da net söylersek. Onun için Kuzey ve Batı tarafmm mimarlarının işlerini beğensem de, çoğu konuda derin bir iletişim kuramıyorum. Ama oralarda olup da Akdenizli gibi güneyli gibi davranan mimarları çok seviyorum. Buradaki ve bütün dünyadaki eğitim sistemi Kuzey ve Batıya yönelik sisteme 'eurocentric' bir tarih yazımına bağlı. Kuzey ve Batı ya da bu öğretide 'Batı Mimarlığı nerde başlar?' denince Atina'dan başlatıldığını görüyoruz bu kaynaklarda. Nicolaus Pevsner de başka modem mimarlık yazarları da aym görüşle hata yaptılar. Kuzey ve Batı kaynakları da orası kadar buradan da filizlenmiş bu kesin. Dolayısıyla, herkesin kafasımn karıştığı durumlardan biri de bu. Buranın da sadece Selçuklu, Osmanlı ve Türk olduğu yanılsaması bir Türk Tarih Kurumu hatasıdır. Ben Grekim, Romayım,
Zeugmayım, Germenikyayım, Ermeniyim, Kürdüm, Aleviyim, ben burada dünyayım. Mimarlık ve yerleşme kültürü Anadolu genlerinden gelişti ve dünyaya yayıldı. Hem Doğu, hem de Batı. Bugüne kadar ürettiğimiz projelerin başından sonuna kadar bütün aşamaları gösteren bir tablo yapıyoruz ve bunu kullanarak her projemiz için ayrı düzenlenmiş arşiv oluşturuyoruz.


Özetle, dedim ya; bu yüzyıl bir sentez zamanı. Modem düşüncenin yaklaşımları neydi, ne başardı, ne yitirdi, olmayan ne kattı, ne feda ettik, ne kazandık? Bunu görme zamanı şimdi...


Diğer üzerinde durduğumuz bir konu da, yaptığımız projelerde kaldırımdan başlayarak özel alanla kamu alanı ya da diğer bir deyişle arttırılmış ortak yaşam alanları ve öncelikle yaya merkezli kullanımın arttırılması. Bugünlerde 'super localization' diye bir kavram üzerine çalışıyorum. Bu aslında bir tıp terimi; bünyenin kabul etmesiyle ilgili bir şey. Benim en çok dikkat ettiğim konu yaptığımız bir projenin öncelikle oradaki doğayla, coğrafi koşullarla uyumu. Binanın şekli, pattemi, yerel kültür dokumaları bizim için en son ve belki de hiç gündeme gelmeyen bir konu ilk elde. Bizim değişik coğrafi koşullardaki yerlerde projelerimiz oldu. Bütün bu projeler bir sonraki projeye etki yapıyor haliyle. Tecrübe hem tasarım hem de gerçekleşen bina üzerinden, hatta yapım yöntemi ve tekniklerini tekrar tekrar ele alma üzerinden oluşuyor. Bizim için bir binanın hakikaten 'Oldu bu!' değimiz bir sonuca ulaşması için üç konuda başan elde etmesi lazım. Birincisi; programa ya da fonksiyonu diyelim; bir yeni yaklaşım içermesi. İkincisi, bina kültürümüze strüktürel bir katkı yapması. Üçüncüsü ise; yeni bir materyal yada bildik bir materyalin farklı bir kullanımını repertuarımıza eklemesi. Üçünün de becerilebildiği binalar peşindeyiz. Ama bunlardan ikisinin gerçekleşmesi, hadi olmadı en azından birinin mutlaka olması olmazsa olmazlarımızdan. Bu üçlüyü tutunamadığımız projelerde çok yer almak istemiyoruz.


Bugünler biraz meslek tanımlarının değiştiği günler. Yeni meslekler çıkıyor özellikle teknolojiye bağlı olarak. Mimaride de bir inovasyondan bahsedebilir miyiz sizce?


Mesleğin ilk yıllarında elle ve uzun emeklerle proje süreçleri içindeydik.


Emek kısmı değişmedi ama bugün dijital programlar ve ekipman sayesinde bina çözümlerinde daha etkin çalışabiliyoruz. Mimarlık bir düşüncenin ya da hayalin gerçekleşmesi için bir dolu filtreden ve kısıtlamadan süzülerek geçilmesi ve emin olunması gereken unsurlar içeriyor. Tasarım aşaması kadar inşası sırasmda da alet edevatlar, buluşlar çoğalsın, robotlar yer alsın daha az hata ve kaza olsun için. Mimarlık meslek erbabı olarak kadın, tasarım ve eğitim surecinde artık erkek nüfusu kadar var. Beklentimiz geliştirici olarak ve inşaat sürecinde de uygulamacı olarak daha çok sayıda yer almaları. İşin bu taraû fazla erkek egemen ve kadın eli, kadın bakışı, kadın görüşü ve yaklaşımı eksik. Bu yıl Architecture Review dergisinin dünya kadın mimarlar jürisindeydim ve çevremizi etkileyen harika kadınlarla tanıştım. Ayrıca vakfımız aym derginin organize ettiği 'Emerging Architecture Awards'a sponsor oldu, müşterimiz ve arkadaşımız Dilara Aktar in katkısıyla. Bakalım nasıl genç yeteneklerle karşılaşacağız.


Peki bu iş geliştiriciler nasıl konumlanacaklar mimarlığın içinde?
Yakın zamanda proje geliştiricilerin müteahhit kökenli olanlardan iş geliştirici taraûndan merkezlendiğini görüyoruz.


Hatta bazılarının hiç taahhüt kökeni yok. Bunu da destekliyoruz. Sebebi de inşaat merkezli olmayınca daha cesaretli ve kalıcı unsurlara önem veriyorlar. Saçma ve kolay inşa korkuları olmadan fark yaratabilecek unsurlara ilgi duyuyorlar. Esasen yirminci yüzyılın şekillendirdiği ve şımarttığı 'Müteahhit' kavramıyla oldum olası yıldızımız barışmadı. Taahhütten geldikleri için ucuza mal etme alışkanlıkları onlarm laneti oldu ve inşa etme hastalığı kıskacında kendilerini geliştiremeyip saplanıp kaldılar. Oysa inşa etmede bir tür yaratıcılık, mühendislik, teknik çözüm, buluş ve donanım yatkınlığı gerektiriyor. Şımarıkça ve inşa ettikleri çevreye saygısızca inşa ediyor, her hakkı kendilerinde görüyorlar. İnşa edicilerin özel eğitimden geçmeleri, lisans ve yetki sınırlaması olmalı diye düşünüyorum. İşsizliği sübvanse ettiği için ve motor sektör olduğu için göz yumulduğundan, çok başı boş ve maalesef ipini koparan bizim sektörde soluğu alıyor. Elbette iyiler var ve dünyada birçok ülkede iş yapıyorlar ama kötülerin hükmü de sürüyor ne yazık ki.


Ben geliştiriciliği de bir tür mimarlık davramşı olarak görüyorum, hatta mimarlığa meraklı olduklarım söyleyebilirim. Geliştiricilik ayn bir eğitim ve lisans ya da yetki sınırlaması ile donatılmış olarak karşımıza çıkacak bu yüzyılda. Öyle umuyorum, en azından. Belki de mimarların geliştirici olma zamanı geldi.


Hepsi temelde mimarlık eğitimi alsalar daha yaşanılır çevreler oluşur diye düşünüyorum. En azından, bir miktar sanat ve sanat tarihi, mimarlık tarihi eğitimi olsa...
Bir meslek şovenisti olarak konuşmuyorum, tasarlamak ve inşa etmek medeniyetimizin en kalıcı göstergelerinden biri çünkü.


Bu üçlü, yani proje geliştirici, mimar ve uygulayıcı donanımlı ve birbirine tam güvenle hareket edince ortaya harika işler çıkıyor. Aym durum yerel yönetimler için de geçerli. Seçilenler olamasa bile atananlar olabildiğince donanımlı olmah. Hep birlikte dünyaya ve çevremize bir şey ekliyoruz, inşa ettiklerimiz aklımızın ve medeniyetimizin kalıcı unsurları olmalı, bu güzel birlikteliğe değmeli.


Meslek sırlarımı öğretmek her ne kadar hoşuma gitmese de, tecrübelerimizi yeni neslin becerileri ile buluşturmak için her sene vakıf kanalıyla dünyanın her yerinden gelen 50 ila 60 civarında stajyer eğitimi yapıyoruz. Karışık bir durumla güncel projelerimizin içinde hem tasarım hem de diğer aşamalarda, ya da şantiye tarafmda yer alıyor ve sertifika ahyorlar. Aralarında daha mimarlık eğitimi almadan lise seviyesinde gelenler de var. Hangi okula gitmelerine rehberlik ediyor, referans oluyoruz. Bakahm ne cevherler çıkacak aralarından.


Vakfın hedeflerinden birinin de mimarlık okulu olduğunu söylediniz. Nasıl bir programı olacak bu okulun?


Mimarlık mesleği ciddi oranda kabuk değiştiriyor. Önemi, sorumluluğu artıyor, ancak mimarlık eğitiminin de, mimara talepte bulunanların da kafası kanşık. Hem eğitiminin hem de toplumdaki algısının ciddi anlamda revize edilmesi gerekir. Bu fikirle yatıp bu fikirle kalkıyoruz. Dünyanın her yerinden okullar, eğitimciler ve tecrübeli mimarlarla konuşuyoruz. Aşmamız gereken YÖK. Onun mimar yetiştirme için seçme ve yerleştirme sistemi mesleğe uymuyor. Benim bildiğim mimarlık temelde özel yatkınlık gerektiren, el-zilıin melekelerine küçük yaştan aşinalık, dijital programlara kendi yazılım üretebilecek bilgide ve ilgide, ikna kabiliyeti, iş ve süreç yönetimi, liderlik gibi vasıfları da berberinde isteyen bir meslek . Bu sebeple bizce mimarlık eğitimi için öğrenci alımı kesinlikle portfolyo ve mümkünse ayrı bir seçim ile olmalı. Böyle olan ülkelerde mimarlık eğitimi de mimarlar da dalla başarılı oluyorlar. Ortak bir sınav sonucu belli bir puan aralığı aranabilir ama secimi biz yapmalıyız, kimi yetiştireceğimize, mimar olabileceğine biz karar vermek istiyoruz. Zaten hali hazırda ofisimiz bir anlamda okul arkadaşlarımızın bizde çalışıp da çeşitli sebeplerle daha fazla bir arada çalışmak istemediklerimizin diğer ofislere başvurularında bile bize dönüp sormazlar bile, GAD da çalışmışsa doğrudan işe alınır. Okul geçmişten bugüne hayal etme ve o hayali aktarma konusunda hem yeni hem eski bütün etkili yöntemleri öğretecek.


Yfeni güçlü teknikler yamnda bir de tarifsiz el melekesi var ki, Alpaslan AtamanYn, bu zor beğenir hocanın dersleri mutlaka alınmalı. Meslek kredi sistemi de mimarların kendilerini sürekli güncelleştirmeleri için oldukça önemli bir katalizör.


Diploma sonrası lisans için ayrı bir sınav, yaşa ve tecrübeye bağlı proje büyüklüğü ve yetki sınırlaması olmalı.


Genel olarak hem vakfın hem de GAD'ın gençlere olanak sağladığını gözlemliyoruz, bu dertlenmenin temel sebebi nedir?
Yfeni nesillerin dikkatlerini çekebileceğimiz şey bu mesleğin bir miras mesleği olduğunu unutmamaları. Mimarlık, binalar üzerinden hatıralar üretir. Binalar lıatıralanmızdır.


Biz onlan, onlar bizi şekillendirir; hatasıyla sevabıyla çağlarının kanıtlarıdır.


Öte yandan bina üretirken esas varlık konuları dışında, mesleğin dostlarım düşmanlarını, engelleri bilsinler, bilsinler ki; kendilerini daha iyi hazırlasınlar. Dünyaya bir şey eklemek harika bir şans. Küçük veya büyük fark etmez, aklımızın hayalimizin harika bir tezahürü. Mimar, imar eden demek. Bu yolda ev ödevi bitmeyen bir iş. Sadece inşa etmek değil, düşünme, yazma, tartışma da gerekli. Yeni nesil X ve Y kuşağı, dünyaya değil ama günlük işlerliğe bakışımızda ayrılıklarımız var.


Bana göre sabırsız, kimi anlarda özensiz kuşaklar ama olsun. Onlar bana, ben onlara hayranım. Benim küçük karalamalarıma, derme çatma derdimi anlatmalarıma, ayrı bir heves ve ilgi duyuyorlar - oysa yaptıklarıyla serverlan patlatan yüklemeleri ile (bu arada bir kaç kez bütün arşiv tehlikeye girdi.) içlerinden bir çoğu benim zihnimde gelecek için nasıl bir devrim yaptıklarım bilmiyorlar. Dalla küçük bir maket boyutundayken değil, anca içinde kaybolduğumuz bir binaya dönüştüğünde önemini kavrıyorlar. Zilmimizdeki fikirlerin tezahürü için simülasyon araçları araç mı amaç mı? Bu simülasyon aracının kendi gerçekliği var ve oldukça da büyüleyici.


Bu ara duraklarda şaşırtıcı arayüzler öyle ki, bunların büyüsüne kapılıp inşa etmeye boş verip, 'Bu gerçeklik, aradığım gerçeklik!'
deyip burada sonsuza kadar takılabilirsiniz. Ama bizim için önemli olan inşa etmek, her ölümlü inşaatı tadacaktır. Onları inşa etmenin büyülü dünyasında, tecrübelerimle güvenle yol almalarım sağlamaya çalışıyorum.


Biz geçtiğimiz ay Kentsel Dönüşüm sayısı hazırladık. Sizin de bahsettiğiniz tüm bu "alan kayıplarının' yarattığı bir kaos var bugün. Bu dönüşüme nasıl ilerici pozitif anlamlar yükleyebiliriz?


Kentler dönüşür. En gelişmişinden, gelişimini tamamlamıştan, yeni kurulmuşuna kadar bir değişim kaçınılmazdır. Yataydan yayılarak ya da alçaktan yükseğe, kenti meydana getiren dinamikler değiştikçe dönüşür. Kimi bir değer kaybma doğru, kimi eskisinden daha etkili bir kazanca doğru. Anadolu kentlerinin çoğu binlerce yıllık farklı medeniyetlerce kurulmuş bir geçmişe sahip. Bu kentlerdeki kurgular bugün kent dediğimiz bir arada, çoklu yaşamın tarihçelerini, kodlarını oluşturur.


Bu topluluklarda en köklü ve gelenin gideni arattığı en tahripkar değişimler 20. yüzyılda oldu. Birçok yeni kasaba ve ilde o yüzyılda inşa edildi. Otomobil merkezli bu kurgu, yaya ya da hafif taşıtlara yönelik yaşama kodlarmı yerle bir etti. İkinci parametre ise, bir endüstri şehrine dönüşmekti. Bugün endüstri alanları büyüyen şehirler tarafından çevrelenince, bu alanları yeni yerleşmeler için kullanmak üzere uzaklara taşıma fikri gündeme geldi.















Fotoğaflar