Esquire Black Book

 
'KENTLEŞME SEMT SEMT YAPILMALI."


Yurt  içinde oldugu kadar yurt disinda da hayata gecirdigi mimari projelerle dikkat ceken ve hatta bu projeleriyle sektorun onemli odullerine sahip olan Gokhan Avioglu ile son prokesi Trump Cdde, vakfi ve mimarliga yaklasimi hakkinda konustuk.

Bugüne kadar yurt içi ve yurtdışında birçok ödül kazandınız. Son projeniz Trump Cadde ile bugünlerde adınızdan sık sık söz ettiriyorsunuz. Trump Cadde projesi nasıl doğdu? Projeyi oluştururken nasıl bir çalışma sistemi izlediniz?

Trump Cadde için son yıllarda hızla yayılan AVM projeleri arasında yeni bir arayış, diyebilirim. Bir nevi kabuk değiştirme ihtiyacı... Trump Tower’m diğer alanlarında var olan eğlence anlayışının binanın çatısında da devam etmesini istedik. Burada fonksiyonel ve eğlenceli bir yaşam tarzı oluşturmayı planladık. Kısacası bu projeyi sağlam temelli ama uçarı bir mimari anlayışı olarak tanımlayabilirim. Projeyi, mimari konsepti ve mekân tasarımıyla 6 ay gibi çok kısa bir süre zarfında oluşturduk. Konsept olarak küçük bir köy diyebilirim. Trump Cadde, farklı dükkan ve restoranların bir arada yer aldığı; sokak ve meydanlarla birbirine bağlandığı süprizli bir alan.

Trump Cadde projeniz birçok ödülün de sahibi oldu; bunlardan bahsedebilir misiniz?

Uluslararası arenada iki ödül kazandık bu proje ile... Bu ödüllerden biri Alman Tasarım Konseyi tarafından organize edilen Ger-man Iconic Awards’ta Architecture-Retail kategorisinde oldu. İkincisi de; dünya gayrimenkul sektörünün en prestijli ödülleri arasında sayılan Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri’nin Avrupa ayağı olan ‘Leisure’ kategorisinde oldu.

GAD olarak yaklaşık 60 kişilik bir ekipsiniz. Aynı zamanda bir vakıfsınız da. Vakıf olma sebebiniz nedir?

Biz mimarlar, mühendisler ve yöneticilerden oluşan 60 kişiye yakın bir grubuz. Yaklaşık 30 yıldır bu sektörün içindeyim. Birbirinden bağımsız olarak hizmet veren dört farklı şirketi (mimarlık, turizm, proje geliştirme ve gayrimenkul üzerine...) bir vakfa bağladık. Vakıf olmamızın en büyük sebebi dünyanın çeşitli yerlerinde konferanslar ve eğitimler veriyor olmamız. Tecrübelerimiz doğrultusunda kendi elemanlarımızı kendimiz yetiştiriyoruz diyebilirim. Bizim çalışma sistemimize vakıf çok yakışıyor çünkü dünyanın değişik yerlerinde ve okullarında 30 yıldır eğitim veriyoruz. Verdiğimiz eğitim sonrası öğrencilerimizle iş hayatını da paylaşmak istiyoruz. Zaten ofis de bu sistemle çalışıyor. Bu şirketten belki binlerce mimar geçmiştir.

Yıllardır birçok ödüle layık görüldünüz. Bu kadar ödülün sahibi olmak nasıl bir duygu?

Açıkçası bizim için en güzel ödül; yaptığımız bina ve mekânların kullanılıyor olması ve zaman geçtikçe sevilip değerlendirilmesi.

Sadece Türkiye’de değil Dubai, ABD ve Rusya gibi birçok ülkede de projeleri hayata geçirdiniz. Projelerinizi hayata geçirmeden önce neyi ön planda tutuyorsunuz?

Tasarımın tasarımını yapmakla daha çok ilgiliyim artık. Yani belirgin bir tarz benimsemek yerine konuya nasıl yaklaşacağımızla ilgileniyorum. Tabii bir araziye bakıp kafamda canlandırıyorum ama çevresini de inceleyip öyle bir tasarım anlayışı ortaya çıkarıyorum. Çevresel faktörler ve o bölgede yaşam sürdürecek kişilerin profili de çok miihim benim için. Şehirsel kanunlar ve insanların beklentileri de çok önemli. Ama esas malzeme insan, yapı sonradan kurgulanıyor. Hazırladığımız projeyi kimin kullanacağı ve şehre katkısının ne boyutta olacağı benim için önemli bir konu. Artık bir sokak, bir mahalle ya da küçük bir şehir oluşturmak gibi projeler daha çok ilgimi çekiyor. Bunun sebebi de geçen yüzyılda kurulan ve son zamanlarda yapılan şehir ya da şehir parçaların çok başarılı olmaması. Tek bir bina ile ortama yaptığınız katkı küçük oluyor. Daha büyük ölçekli bir yaklaşımı tercih ediyorum.


Günümüzde şehircilik konusunda nasıl bir yaklaşım var?

20. yüzyıl şehirciliği çok farklı vaatlerde bulunmuştu. Yanlış şehircilik anlayışıyla belki de bir tarım şehri olması gereken bölgeler hep organize bölgeler oldu. Bursa bunun bir örneğidir. Bir şehirde kurulan altyapı en önemli konu. Havanın kirlenmesi, göllerin kuruması ya da binaların ömrünün kısalması hep bu yanlış şehircilik anlayışından kaynaklanıyor. Doğru şehircilik anlayışına sahip şehirlere örnek vermek gerekirse; Paris, Amsterdam, New York ve Londra başı çekiyor, diyebilirim.


İstanbul’un şehircilik anlayışının sonu nereye gidiyor sizce?


Bu mimari ile değil şehircilik ile ilgili bir durum. Öncelikli olarak senaryolar iyi yazılmalı. Yaratıcılık proje bazında değerlendirmeye alınmalı. Her bölgeye göre önceliklerin farklı olduğu projeler geliştirilmeli, hatta bunu şehir şehir değil; semt semt yapmak gerektiğini düşünüyorum. O bölgelerde yaşayanların da katılımı olması gerekiyor. Bölge ve semtlerde komiteler oluşturulabilir. Bir yere fabrika yapılmasının, bir yol yapılmasının kararını bir belediye başkanı ve ekibi değil, o bölgede yaşayacak olanların vermesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bir başarı ortaya çıkabilir. 







Fotoğaflar