Blog

5 Design Statements in Architecture / Dimensions of Architectural Expression

5 Design Statements in Architecture / Dimensions of Architectural Expression

  1. yüzyılda     mimarlık, her ayrıntının dikkatle incelendiği, doğaya katkıda bulunan,     yapılı çevreye değer katan ve popülist eğilimlerden uzak duran bir     yaklaşım gerektirmektedir. Burada “doğru”dan ziyade, anlamlı,     sürdürülebilir ve bağlama duyarlı olanın kıymetli olduğu bir dönemden     söz ediyoruz. Bu noktada mimarlık; bilim, teknoloji ve kurgu arasında     konumlanan disiplinlerarası bir alan olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede     üç temel sorumluluk öne çıkar: doğru kavramlar üretmek, içeriğe odaklanmak,     bağlamı dikkate almak ve çok yönlü çözüm önerileri geliştirmek.

Bu sorumluluklar farklı boyutlarda mimari ifadelere dönüşür:

  • Spatial/Programmatic     Statement
  • Structural     Statement
  • Material     Statement
  • Tech Statement
  • Art Statement

Spatial / Programmatic Statement

Mekân kurgusunun yalnızca katları üst üste yığmak yerine, farklı mekânlararasında ilişki kurması; iç ve dış dengeleri gözetmesi; kamusal ve özelalanlara özen göstermesi gerekir. Ayrıca, sürekli kullanılan ve kullanılmayanalanlar arasındaki etkileşimleri yeniden yorumlayarak, görünür ya da görünmeztüm mekânsal koşullara içeriden bilinçli çözümler üretmelidir.

Bu bağlamda, yalnızca işlevi karşılayan yapılar ile mimari değer taşıyanyapılar arasında önemli bir ayrım vardır. Örneğin Amazon’un dağıtım merkezleriveya penceresiz, ışıksız, robotlar tarafından işletilen fabrikalar, işlevselolmalarına rağmen mimari olarak değerlendirilemez; yalnızca “bina”dırlar. Oysabu yapıların ölçeği, kütlesi ve coğrafyayla ilişkileri, ister istemez mimaribir bağlam üretir. Bu nedenle, kullanıcıları olmasa bile, bu yapılardanetkilenen kent sakinleri için mimari değer taşımak zorundadır.

  1. yüzyıl boyunca     inşa edilen geniş sanayi bölgeleri—depolar, konteyner alanları, sahipsiz     boşluklar—çoğu zaman insan ölçeğini dışlayan mekânlardı. Mimarlığın devre     dışı bırakıldığı bu alanlar yalnızca endüstriyel işlevlere hizmet etti.     Ancak bu tür yapıları mimari bir yaklaşımla dönüştürmek mümkündür. GAD     Park bunun bir örneğini sunar. Bir zamanlar otomatik asansörlü, çok katlı     bir otopark olan bu yapı, pencereler açılarak, kat eklenerek ve insan     ölçeği merkeze alınarak bir ofise dönüştürülmüştür. Böylece işlevselliğin     ötesine geçen, bağlamla ilişki kuran yeni bir mimari deneyim     yaratılmıştır.

Strüktürel çözümlerle geniş açıklıkların elde edilmesi, bu dönüşümün temelaraçlarındandır. Örneğin uçak hangarları, yalnızca işlevsel olmalarına rağmengeniş açıklıkları sayesinde mimari bir değer kazanır. Benzer şekilde, işlevselgörünen pek çok yapı farklı bir yaklaşımla mimari bir potansiyel taşıyabilir.GAD’ın deneyimi, bu tür yapıları yeniden yorumlamanın mimarlığa yeni olanaklarkattığını göstermektedir.

Mimarlık pratiğinde uzmanlaşma da sıkça tartışılan bir konudur. Belirli biryapı tipine odaklanmak (örneğin yalnızca hastane, okul veya ofis tasarlamak)bilgi birikimi açısından değerli olsa da, uzun vadede mimarın tasarımkabiliyetini daraltabilir. GAD’ın İstanbul’da gerçekleştirdiği balık pazarıprojesi buna örnektir: Bu deneyimden sonra farklı kentlerden benzer taleplergelse de, aslında bu tür bir yapı tipinde uzmanlaşmak için gereken şey yalnızcabağlamı, malzemeyi ve kullanıcıyı anlamaktır. Mimarlığı tek bir yapı tipineindirgemek ise tasarımın çeşitliliğini ve yaratıcılığını kısıtlar.

Bir başka güncel tartışma, yapıları fonksiyonlarına göre ayırmak yerine,onları bütünleştirmek üzerine kuruludur. Amaç, yalnızca barınma veya çalışmamekânları değil; yürünebilir, yaşanabilir, üretmeye, öğrenmeye vepaylaşmaya elverişli ortamlar yaratmaktır. Bu yerleşimler, gece–gündüzdöngüsünü, haftanın tüm günlerini ve mevsimlerin farklılıklarını kapsayansürekli bir yaşam döngüsü sunmalı; kendi enerjisini üreterek var olanı yenidenkullanmalı ve dönüştürmelidir.

1933 yılında, bir grup Avrupalı mimar ve şehir plancısı Atina’da toplanarakmodern şehircilik için yeni kurallar öngören CIAM Şehir Planlama Tüzüğünükabul etti. Bu belge, şehrin farklı işlevlerini (konut, iş, rekreasyon, ulaşım)kesin çizgilerle ayırmayı öneriyor; bu yaklaşım işlevsellik, hareket isemodernizm olarak tanımlanıyordu. Batı’da ortaya çıkan bu fikirler, onlarca yılboyunca tüm dünyada mimarlık ve şehir planlamasına yön verdi.

1960 sonrası hızlı kentleşme ile modernist ilkeler iyice hâkimiyet kurdu.Ancak bu yaklaşım, insanların ihtiyaçlarını gözetmek yerine, belirsiz alanlarlaçevrili binalara ve otomobil odaklı yerleşimlere yoğunlaştı. Tarihteki enradikal değişimlerden biri olmasına rağmen, bu yaklaşımın gerçekten işe yarayıpyaramadığı hiçbir zaman kapsamlı bir şekilde değerlendirilmedi. Bugün buyerleşimlere yönelik yaygın hoşnutsuzluk, modernist planlamanın eksikliklerininen güçlü kanıtıdır.

1998’de, Atina’da yapılan bir başka toplantıda, önceki 65 yıllık deneyimışığında yeni bir Atina Tüzüğü hazırlandı. Bu kez konut, iş,rekreasyon ve ulaşım işlevlerinin birbirinden ayrılmaması gerektiği savunuldu.Tam bir paradigma dönüşümüydü. On yıllar boyunca yaşanan başarısızlıklarsonucunda, teknokratik modernizme karşı yeni bir hareket ortaya çıkmıştı.

Bugün distopik mega projeler giderek değer kaybederken, binalarınbirbirinden ayrışmaması gerektiği fikri öne çıkıyor. Aksine, her yapı, ortakbir altyapının parçası olarak, kaynaklarını paylaşan entegre bir kentselsistemin öğesi haline gelmelidir. Bu yapılar, köyden kasabaya, oradan şehreuzanan tarihsel sürekliliğin doğal devamıdır.

Modern şehirlerde otoyollar ve demiryolları yerleşmeleri parçalayarak adeta“bıçak gibi” keserken, bu bölünmüş alanlarda yaşamak çoğu zaman tehlikeli halegelir. Oysa bu sanayi ağırlıklı kentlerin uzağında, 19. yüzyıl öncesine aitköyler, kasabalar ve kent merkezleri hâlâ keyifli, bütüncül ve insani bir ölçeksunmaktadır. Kaotik kentleri dönüştürmek yerine, yeni yerleşimleri bütüncül vesürdürülebilir bir anlayışla kurmak daha akılcı görünmektedir.

Bunun için yalnızca kentsel planlama değil, aynı zamanda eğitim, ekonomi vesiyaset alanlarında da dönüşüm gereklidir. Aşırı üretim ve tüketimi teşvik edeneğitim modellerinin değişmesi, feodal veya fırsatçı siyasi yapılardankurtulunması ve ekonomik sistemlerde yeni modellere geçilmesi zorunludur. Bugerçekleştiğinde mimarlığa yansıması da kaçınılmaz olacaktır.

20.  yüzyıldakentsel planlama büyük ölçüde mimarlardan bağımsız yürütüldü; plancılarınönceliği artan nüfusu barındırmak, üretimi ve trafiği organize etmekti. Bugünise şehirleri cazip kılan özellikleri yeniden keşfetmek için, çağdaş toplumunürettiği verilerden ve sosyal medya gibi yeni bilgi kaynaklarından yararlanmakmümkündür.

Walkable, Livable, Sustainable kavramları, çağdaşşehircilik için temel ilkeler haline gelmiştir. Bir yerleşim yalnızca işlevselbirimlerin toplamı değil, bu ilkelerin birleşimiyle oluşan hassas dengelerleinşa edilmelidir. Tüm gerçek şehirlerin yaya odaklı, yürünebilir ve yaşanabilirolması artık bir gerekliliktir.

 

 

Structural Statement

Bir yapının strüktürel tasarımı, gizli ve silik olmamalı; aynı zamanda aşırıbaskın, ağır ya da kullanıcıyı ezen bir karakter de taşımamalıdır. İyi birstrüktür, doğru oranlara, detaylara ve bağlantılara dikkat ederek tasarlanır veinşa edilir. Kullanıcı, yapıya bakarken onun strüktürel ifadesinden keyifalmalı, tasarımın yalın gücünü hissedebilmelidir.

GAD’ın bazı projelerinde strüktürel ifade öne çıkan temel bir tasarımaracıdır. Yalova Elyaf, Aksoy-Technal, Esma Sultan, Borusan Music Center, DivanKuruçeşme, Balık Pazarı, Susona Lobby-Restoran ve Tuz Ambarı, çelik strüktürünbelirgin bir tasarım öğesi olarak kullanıldığı örneklerdendir. Çıplak betonunön planda olduğu Kadıköy Park Tuvalet, Kuum Lobby-Restoran ve GAD Park ofisiise malzeme ile strüktürün bütünleşik ifadesini sergiler.

Bazı durumlarda yalnızca betonarme taşıyıcı sistemin inşa edilmiş, henüzcephe kaplamaları eklenmemiş iskelet hali, tamamlanmış yapıdan daha karakterligörünebilir. Bu durum, strüktürün saf haliyle mimariyi ifade etme potansiyeliniortaya koyar.

Bu bağlamda Serra Gate projesi, esnekyapılar üzerine yürütülen araştırmaların bir parçası olarak dikkat çekicidir.GAD tarafından tasarlanan ve ilk kez Esma Sultan Köşkü’nde geçici biretkinlikte sergilenen bu enstalasyon, çelik modüler bir sistem üzerinekurulmuştur. Program gereksinimlerine bağlı olarak dönüştürülebilen yapısı,daha sonra Taksim Meydanı’na taşınarak kentsel bağlamda güçlü bir simge halinegelmiştir. Tasarım sürecinde minimal yüzeylerin matematiğine dayalı dijitalmodellemelerden yararlanılmış, çelik levhaların karmaşık geometrisi sayesindeherhangi bir kolon ya da taşıyıcı unsur olmadan boşlukta yükselen etkileyicibir strüktür elde edilmiştir. Serra Gate, İstanbul’da dijital tasarım veüretimin erken örneklerinden biri olarak, tektonik araştırmaların ölçekli birprototipi niteliği taşır.

Bir diğer örnek CLN Apartman,Nişantaşı’nda yoğun bir cadde üzerinde moda markaları için tasarlanmış,geometrik cephesiyle öne çıkan bir projedir. Cephe tasarımı, Alan Schoen’üngyroid yüzeylerinden ve Stephen Wolfram’ın matematiksel formüllerinden ilhamalır. Sonsuz varyasyonlar arasından seçilen yüzeyler, Abdi İpekçi Caddesi’ndeikonik bir görsellik yaratırken, yapının ihtiyaçları doğrultusunda balkonlar vegirişler cepheye entegre edilmiştir. Böylece, perakende alanlarının taleplerineyanıt veren işlevsel bir düzen, güçlü strüktürel ve geometrik bir estetiklebirleşmiştir.

Strüktür, bu projelerde yalnızca taşıyıcı bir sistem değil, aynı zamandamimari deneyimi tanımlayan ve mekâna özgün bir kimlik kazandıran bir ifadearacıdır.

 

Material Statement

Malzeme ifadesi, bilindik materyalleri bile yeniden ele alarak farklıanlamlar kazandırmayı, onların mimariyi dönüştüren unsurlar haline gelmesinihedefler. Tarih boyunca toprak, ahşap, taş, tuğla, çelik ve çeşitli alaşımlar,dünyanın her yerinde temel yapı malzemeleri olarak kullanılmıştır. Bir yapıyıkıldığında geriye kalan malzemeler genellikle yeniden değerlendirilir, yeniihtiyaçlar ortaya çıktığında yine bu malzemelerle binalar inşa edilirdi.

Geçmişte geçici ve kalıcı yapılar arasında bir ayrım bulunmasına rağmen,çoğu yapı uzun vadeli bir bilinçle kalıcılık gözetilerek yapılmamıştı. Taşındevreye girmesi, kalıcılığın sembolü olarak değerlendirilebilir. Ancak erkendönemlerde taşları bağlamak için kullanılan yöntemler yetersizdi ve yapılardoğal afetlere karşı dayanıksızdı. Zamanla geliştirilen kemer, tonoz ve benzeriyöntemler, taşın ve tuğlanın yapısal potansiyelini açığa çıkardı ve malzeme ilestrüktür arasında uyumlu bir bütünlük sağladı.

20.  yüzyıldabetonarme ve çeliğin gelişmesi, yapının taşıyıcı sistemini dış kabuktanayırarak yeni bir dönemi başlattı. Bu aşamadan itibaren plastikler,kompozitler, kimyasal alaşımlar ve yeni sentez malzemeler inşaat sektörünedahil oldu. Ancak bu malzemelerin ömürleri konusunda hâlâ kesin bir bilgiyesahip değiliz. Tüketim odaklı çeşitlilik, malzeme repertuarını genişletmiş olsada, aynı zamanda mimarların karar alma süreçlerini zorlaştırmaktadır.

Günümüzde inşaat sektöründe projelerin bütçeleri çoğunlukla en kısa süredeen düşük maliyetle inşa edilmesi üzerine kurgulanmaktadır. Bu yaklaşımsürdükçe, sonuç genellikle niteliksiz, kitsch, çirkin ve işlevsiz yapılarolmaktadır. Oysa bir yapının maliyeti, yalnızca yatırım perspektifiyle değil,aynı zamanda toplumsal ortak servetin bir parçası olarak düşünülmelidir.

Malzemenin mimari ifade gücü, yalnızca yapısal bir bileşen olmanınötesindedir. Doğru malzeme seçimi, tasarımın kimliğini belirler, mekânın ruhunuoluşturur ve kullanıcı deneyimini derinleştirir.

 

Tech Statement

Mechanical Statement

Mimarlıkta mekanik yaklaşım, yapının iklim, enerji veçevresel koşullara verdiği teknik yanıtları içerir. Isı, havalandırma, soğutma,su kullanımı ve iç mekân konforu gibi unsurlar, yalnızca mühendislik çözümleriolarak değil, aynı zamanda tasarımın ayrılmaz bir parçası olarak elealınmalıdır. Exploded House, Ege Bölgesi’ndeki gelenekselkonut tipolojilerini, yenilikçi teknikler ve biçimsel arayışlarla yenidenyorumlayan bir projedir. Bölgenin sıcak iklim koşullarına karşı Bodrumevlerinde olduğu gibi kalın taş duvarlar doğal bir iklimlendirme aracı işlevigörür. GAD’ın çözümü ise, kalın termos duvarlara ek olarak pasif havalandırmayıdestekleyen büyük çıkmalar, yağmur suyunun doğal soğutma sistemi olarakkullanımı ve hava sirkülasyonunu güçlendiren mekânsal düzenlemeler olmuştur.Yapının, yamaca gömülen köşeli strüktürü güneş ışınlarını dengelemekte ve doğalçevre ile uyumlu bir biçimsel çözüm sunmaktadır.

Kinetical Statement

Mimarlık, çevresel faktörlere duyarlı olma eğilimiyle tarih boyunca ışık,rüzgâr ve hava koşullarına yanıt veren çözümler geliştirmiştir. Ancak çağdaş mimarlık, hızla değişen çevresel koşullara uyum sağlama konusunda hâlâ sınırlı bir düzeydedir. Kinetik mimarlık yalnızca dinamik cephe sistemlerini değil,aynı zamanda binanın kısmen veya tamamen kendi kendini koruyan, değişen iklimsel koşullara adapte olabilen kurulumlarını da içerir. Örneğin, artan sıcaklığa karşı yapısal mekanizmasını değiştirerek doğal havalandırma sağlayan ya da aşırı güneş ışığına maruz kalmamak için biçimsel dönüşüme uğrayan binalar kinetik mimarlığın potansiyelini ortaya koymaktadır.
GAD, bu potansiyelin farkında olarak, çevresel değişkenlere duyarlı projelerde kinetik mimarlığı bir tasarım stratejisi olarak araştırmaya devam etmektedir.

Green Integrated Architecture – Biological Statement

GAD’ın benimsediği biyofilik tasarım yaklaşımı, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi mekânsal deneyimin merkezine yerleştirir. Bu yaklaşım, üç temel ilke üzerine kuruludur:

1.      Doğanın entegrasyonu – tasarım sürecinde doğanın tüm yönlerinin dikkate alınması,

2.      Bütüncülalan okuması – mekânın doğanın zaman ve mekândaki işleyişine göre değerlendirilmesi,

3.      Geometrikuyum – insan ölçeği ile doğal ortam arasında bağ kuran mekânsal düzenlerin geliştirilmesi.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın 2019 tarihli raporuna göre, inşaat sektörü, üretim malzemeleri ve operasyonel süreçlerden kaynaklanan karbon emisyonlarının %38’inden sorumludur. Bu durum, geleneksel malzemelerin (tuğla,beton, ahşap) giderek artan dünya nüfusu için yeterli ve sürdürülebilir çözümler olmayabileceğini göstermektedir.

Biyoteknoloji, gelecekte mimarlık için umut verici alternatifler sunmaktadır. Kendini iyileştirebilen, fotosentez yoluyla oksijen döngüsüne katılan, hatta enerji üretebilen “yaşayan” yapı malzemeleri tasarlama fikri,bugünün küçük ölçekli deneysel çalışmalarıyla yarının inşa tekniklerine ilham vermektedir.

Bu bağlamda GAD, Rachel Armstrong’un tanımını referans alır:
“İdeal mimarlık, tıpkı bir tohum gibi büyümesi için gereken tümbilgileri taşıyan, yaşamı boyunca çevresine duyarlı kalan ve insani htiyaçlarına uyum sağlayan bir organizma gibi olmalıdır.”

Growing Architecture – Dubai Water Canal

GAD’ın Dubai Water Canal projesi, sosyo-ekolojik bir yerleşim modeli olarak, iklim nötr ve ekosistem tabanlı bir topluluk yaratma arzusundan doğmuştur. Bu yaklaşım, Dubai’nin çoğunlukla bağlama duyarsız görülen soyut ve sıradan yapılarının aksine, binalar ile kullanıcıları arasında dinamik bir ilişki kurmayı hedefler.

Projenin temel tasarım ilkesi, dijital imalat ve parametrik tasarım teknikleriyle geliştirilen çift derili bir cephe stratejisidir. Kıvrımlı formların akışkanlığı, hava sirkülasyonunu düzenleyen dış katman ve teknolojik yüzeylerden oluşan iç katman aracılığıyla işlevsel bir dinamizm yaratır. İç ve dış mekân arasındaki süreklilik, kentsel geometriye gömülü çok katmanlı bir örgüyle sağlanmıştır.

Bu strateji, yalnızca enerji verimliliği ve çevresel sürdürülebilirlik sağlamakla kalmaz; aynı zamanda mekânın deneyimsel derinliğini artırarak kentsel yaşamı zenginleştirir. Proje, 2025’tetamamlandığında, Dubai’de geleceğin yaşam biçimlerine dair öncü bir model olarak değerlendirilecektir.

 

Art Statement

Mimarlık ile sanat arasındaki ilişki iki farklı boyutta ele alınabilir: ilki, yapının içinde, yüzeylerinde veya açık alanlarında sanata ev sahipliğiyapmasıdır; ikincisi ise, yapının doğrudan kendisinin bir sanat eseri olarak değerlendirilebilmesidir. İlki daha sık karşılaşılan ve uygulanabilir birdurumken, ikincisi daha zor tanımlanabilen fakat mimarlığın en çok arzulanandüzeylerinden biridir.

Bu bağlamda Changa Restoran (1999),mimarlık ile sanatın birlikteliğine güçlü bir örnek teşkil eder. Mekân, geçmişile günceli, klasik ile moderni bir araya getiren atmosferiyle diğerrestoranlardan ayrılır. Bazı odaların duvar ve tavanlarında, 1903 yılına aitorijinal el boyaması desenler korunmuştur. Bu tarihsel katman, mekâna özgün birkarakter kazandırırken, yeni müdahalelerle birlikte güçlü bir estetik bütünlükyaratır.

Changa aynı zamanda Canan Tolon gibi doğa ve mimarlık arasındaki karşılaşmalar üzerine çalışan sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapmıştır.Tolon’un kalıcı sanat koleksiyonları, doğa ve yapı arasındaki gerilimi,çelişkileri ve bu karşılaşmalardan doğan sonuçları görünür kılar. Böylece mekân, yalnızca bir restoran değil, sanat ile mimarlığın buluştuğu kültürel bir girişim alanı haline gelir.

Sanatın mekânla bütünleştiği bu tür örnekler, mimarlığın yalnızca işlevsel ve estetik bir disiplin değil, aynı zamanda kültürel üretimin ve entelektüel tartışmanın da bir parçası olduğunu göstermektedir.

 

ENG

21st Century Architecture

In the 21st century, architecture requires an approach where every detail is meticulously examined, contributing to nature, adding value to the built environment, and distancing itself from populist tendencies. This is a period in which what is meaningful, sustainable, and context-sensitive is considered more valuable than what is merely “right.” At this point, architecture can be defined as an interdisciplinary field situated between science, technology, and fiction. Within this framework, three fundamental responsibilities emerge: generating the right concepts, focusing on content, considering context, and developing multidimensional solutions.

These responsibilities transform into architectural expressions on different levels:

  • Spatial/Programmatic Statement
  • Structural Statement
  • Material Statement
  • Tech Statement
  • Art Statement

Spatial / Programmatic Statement

Instead of merely stacking floors, spatial organization should establish relationships between different spaces, maintain a balance between interior and exterior, and pay attention to both public and private areas. It must reinterpret interactions between frequently and infrequently used spaces and consciously generate solutions from within for both visible and invisible spatial conditions.

In this context, there is a significant distinction between buildings that merely fulfill a function and those that carry architectural value. For example, Amazon’s distribution centers or windowless, lightless factories operated by robots, while functional, cannot be considered architectural; they are merely “buildings.” Yet, their scale, mass, and relationship with geography inevitably create an architectural context. Thus, even if they lack users, they must possess architectural value for the urban residents affected by them.

The vast industrial zones constructed throughout the 20th century—warehouses, container fields, ownerless voids—often excluded the human scale. These areas, where architecture was sidelined, served solely industrial purposes. However, it is possible to transform such structures through an architectural approach. GAD Park offers an example. Once a multi-story car park with automatic elevators, this structure was transformed into an office by adding windows and floors while centering human scale. A new architectural experience was thus created, one that went beyond functionality and established a connection with its context.

Obtaining large spans through structural solutions is a primary tool in this transformation. For example, aircraft hangars, though purely functional, gain architectural value through their vast spans. Likewise, many seemingly functional structures can hold architectural potential through a different perspective. GAD’s experience shows that reinterpreting such buildings offers new possibilities for architecture.

Specialization in architectural practice is also a frequently discussed topic. Focusing on a specific building type (e.g., designing only hospitals, schools, or offices) may be valuable in terms of accumulated knowledge but can narrow the designer’s creative ability in the long term. GAD’s fish market project in Istanbul is an example: after this project, similar requests came from other cities, but what’s truly required to specialize in such a typology is understanding the context, materials, and users. Reducing architecture to a single typology restricts the diversity and creativity of design.

Another current discussion concerns integrating rather than separating buildings by function. The aim is not merely to create places for living or working, but environments that support walking, living, producing, learning, and sharing. These settlements must offer a continuous life cycle that includes day–night shifts, all days of the week, and seasonal changes; they must produce their own energy and reuse and transform what already exists.

In 1933, a group of European architects and urban planners met in Athens and adopted the CIAM Urban Planning Charter, which proposed new rules for modern urbanism. This document advocated the strict separation of urban functions (housing, work, recreation, transportation); this approach defined functionality as movement and modernism. These ideas, originating in the West, guided architecture and urban planning worldwide for decades.

With rapid urbanization after 1960, modernist principles became dominant. However, instead of addressing human needs, this approach focused on buildings surrounded by ambiguous spaces and car-centric settlements. Although it was one of the most radical shifts in history, its effectiveness was never comprehensively evaluated. Today’s widespread dissatisfaction with these settlements is the strongest evidence of modernist planning’s shortcomings.

In 1998, another meeting held in Athens resulted in a new Athens Charter based on the experience of the previous 65 years. This time, it was argued that housing, work, recreation, and transportation functions should not be separated. It was a complete paradigm shift. After decades of failure, a new movement emerged against technocratic modernism.

As dystopian megaprojects lose their appeal, the idea that buildings should not be isolated from one another has gained importance. On the contrary, every building should become part of a shared infrastructure and an integrated urban system sharing resources. These structures are a natural continuation of the historical continuum from villages to towns and cities.

While highways and railways in modern cities slice through settlements “like a knife,” living in these fragmented spaces often becomes dangerous. In contrast, villages, towns, and city centers from before the 19th century still offer a pleasant, holistic, and human scale. Instead of transforming chaotic cities, establishing new settlements based on holistic and sustainable understanding seems more reasonable.

This requires transformation not only in urban planning but also in education, economics, and politics. Educational models that encourage overproduction and consumption must change; feudal or opportunistic political structures must be overcome; and new models must be adopted in economic systems. When these changes occur, architecture will inevitably reflect them.

In the 20th century, urban planning was largely conducted independently of architects; planners prioritized housing growing populations and organizing production and traffic. Today, to rediscover what makes cities attractive, it is possible to benefit from contemporary data and new sources of knowledge such as social media.

Walkable, Livable, and Sustainable are now core principles of contemporary urbanism. A settlement is not just a sum of functional units but a sensitive balance built upon these principles. All real cities must now be pedestrian-oriented, walkable, and livable.

Structural Statement

The structural design of a building should neither be hidden and vague nor overly dominant, heavy, or oppressive for the user. A good structure is designed and built with attention to correct proportions, details, and connections. When the user looks at the building, they should enjoy its structural expression and feel the simple power of the design.

In some of GAD’s projects, structural expression stands out as a key design tool. Yalova Elyaf, Aksoy-Technal, Esma Sultan, Borusan Music Center, Divan Kuruçeşme, the Fish Market, Susona Lobby-Restaurant, and Tuz Ambarı are examples where the steel structure is used as a prominent design element. Projects like Kadıköy Park Toilet, Kuum Lobby-Restaurant, and GAD Park Office, where exposed concrete is emphasized, display an integrated expression of material and structure.

In some cases, the bare reinforced concrete structural system—before façade cladding is added—may appear more characterful than the completed building. This situation reveals the potential of expressing architecture through the pure state of structure.

In this context, the Serra Gate project draws attention as part of research on flexible structures. Designed by GAD and first exhibited at a temporary event at Esma Sultan Mansion, this installation was built on a modular steel system. Its structure, which can be transformed according to programmatic requirements, was later moved to Taksim Square and became a strong urban symbol. During the design process, digital modeling based on the mathematics of minimal surfaces was used, and thanks to the complex geometry of the steel plates, an impressive structure rising in space without any columns or supporting elements was achieved. As one of the early examples of digital design and fabrication in Istanbul, Serra Gate serves as a scaled prototype of tectonic research.

Another example, CLN Apartment, located on a busy street in Nişantaşı and designed for fashion brands, stands out with its geometric façade. The façade design is inspired by Alan Schoen’s gyroid surfaces and Stephen Wolfram’s mathematical formulas. The surfaces selected among infinite variations create an iconic visual impact on Abdi İpekçi Street, while balconies and entrances were integrated into the façade according to the needs of the building. Thus, a functional layout meeting the demands of retail spaces was combined with a strong structural and geometric aesthetic.

In these projects, structure is not only a load-bearing system but also an expressive tool that defines the architectural experience and gives a unique identity to the space.

Material Statement

Material expression aims to reinterpret even familiar materials, assigning them new meanings and turning them into elements that transform architecture. Throughout history, earth, wood, stone, brick, steel, and various alloys have been used as basic building materials all around the world. When a structure was demolished, the leftover materials were usually reused, and new buildings were constructed with these materials when new needs emerged.

Although there was a distinction between temporary and permanent structures in the past, most buildings were not built with long-term permanence in mind. The use of stone can be considered a symbol of permanence. However, the methods used in early periods to bind stones were insufficient, and structures were vulnerable to natural disasters. Over time, methods such as arches and vaults revealed the structural potential of stone and brick, creating a harmonious unity between material and structure.

The development of reinforced concrete and steel in the 20th century began a new era by separating the building's load-bearing system from the outer shell. From this point forward, plastics, composites, chemical alloys, and new synthetic materials entered the construction industry. However, we still do not have definitive knowledge about the lifespan of these materials. Although variety driven by consumption has expanded the material repertoire, it has also made architects’ decision-making processes more complex.

Today, project budgets in the construction industry are mostly based on building in the shortest time and at the lowest cost. As long as this approach continues, the result is often low-quality, kitsch, ugly, and dysfunctional buildings. However, the cost of a building should be considered not only from an investment perspective but also as part of the common social wealth.

The expressive power of materials in architecture goes beyond being merely a structural component. The right material selection defines the identity of the design, shapes the spirit of the space, and deepens the user experience.

Tech Statement

Mechanical Statement

In architecture, the mechanical approach includes the technical responses a building gives to climate, energy, and environmental conditions. Elements such as heating, ventilation, cooling, water usage, and indoor comfort should be considered not only as engineering solutions but also as integral parts of the design.

Exploded House is a project that reinterprets traditional housing typologies of the Aegean region with innovative techniques and formal explorations. As in traditional Bodrum houses, thick stone walls serve as natural climate control elements against the region's hot climate. GAD's solution includes large overhangs that support passive ventilation, the use of rainwater as a natural cooling system, and spatial arrangements that enhance air circulation, in addition to thick thermal walls. The structure, with its angular form embedded into the slope, balances sunlight and offers a formal solution that harmonizes with the natural environment.

Kinetical Statement

Architecture has historically developed solutions responsive to environmental factors such as light, wind, and weather conditions. However, contemporary architecture is still limited in its ability to adapt to rapidly changing environmental conditions. Kinetic architecture includes not only dynamic façade systems but also installations where a building can partially or fully protect itself and adapt to changing climatic conditions.

For instance, buildings that change their structural mechanism to allow natural ventilation in response to rising temperatures, or undergo formal transformations to avoid excessive solar exposure, demonstrate the potential of kinetic architecture.

Being aware of this potential, GAD continues to explore kinetic architecture as a design strategy in projects sensitive to environmental variables.

Green Integrated Architecture – Biological Statement

GAD’s adopted biophilic design approach places the relationship between nature and human at the center of spatial experience. This approach is based on three fundamental principles:

  1. Integration of nature – considering all aspects of nature in the design process,
  2. Holistic site analysis – evaluating the space according to nature’s operation in time and space,
  3. Geometric harmony – developing spatial arrangements that connect human scale with the natural environment.

According to the 2019 report by the United Nations Environment Programme, the construction sector is responsible for 38% of carbon emissions from production materials and operational processes. This shows that traditional materials (brick, concrete, wood) may not offer sufficient and sustainable solutions for the world’s growing population.

Biotechnology offers promising alternatives for the future of architecture. The idea of designing “living” building materials that can self-heal, participate in the oxygen cycle through photosynthesis, or even generate energy, inspires tomorrow’s construction techniques through today’s small-scale experimental works.

In this context, GAD refers to the definition by Rachel Armstrong:

“Ideal architecture should be like an organism that carries within it all the information necessary for growth, remains responsive to its environment throughout its life, and adapts to human needs.”

Growing Architecture – Dubai Water Canal

GAD’s Dubai Water Canal project emerged from a desire to create a climate-neutral, ecosystem-based community as a socio-ecological settlement model. Contrary to Dubai’s often abstract and context-insensitive buildings, this approach aims to establish a dynamic relationship between buildings and their users.

The project’s main design principle is a double-skin façade strategy developed through digital fabrication and parametric design techniques. The fluidity of curved forms creates functional dynamism through an outer layer that regulates air circulation and an inner layer composed of technological surfaces. Continuity between interior and exterior spaces is ensured through a multilayered network embedded in urban geometry.

This strategy not only ensures energy efficiency and environmental sustainability, but also enriches urban life by increasing the experiential depth of the space. Once completed in 2025, the project is expected to be a pioneering model for future lifestyles in Dubai.

Art Statement

The relationship between architecture and art can be considered in two distinct dimensions: the first is when a building hosts art within its interiors, surfaces, or open spaces; the second is when the building itself is regarded as a work of art. While the former is more frequently encountered and applicable, the latter is more difficult to define but represents one of the most desired levels of architecture.

In this context, Changa Restaurant (1999) is a strong example of the union between architecture and art. The space stands out from other restaurants with its atmosphere that brings together the past and the contemporary, the classical and the modern. In some rooms, original hand-painted patterns from 1903 have been preserved on the walls and ceilings. This historical layer gives the space a unique character and, together with new interventions, creates a strong aesthetic integrity.

Changa also hosted the works of artists such as Canan Tolon, who explores encounters between nature and architecture. Tolon’s permanent art collections make visible the tension, contradictions, and outcomes born from these encounters between nature and built form. In this way, the space becomes not just a restaurant, but a cultural initiative where architecture and art converge.

Such examples where art is integrated into space demonstrate that architecture is not only a functional and aesthetic discipline but also a part of cultural production and intellectual discourse.

GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT
GLOBAL ARCHITECTURAL DEVELOPMENT