Maison Francaise Eylül'15

 

Geleceği inşa etmek için bugünkü Bodrum'a değil dünkü Bodrum'a bakıyorum

 

Mimar Gökhan Avcıoğlu, Bodrum'daki ofisini İstanbul'dan sonraki en önemli adresi olarak görüyor. Onca otel projesi yapmış olmasına rağmen teknesinde kalıyor, 'hep burada yaşamak isterdim' diyor. Avcıoğlu ile yıllara meydan okuyan Nazenin teknesinde, denizciliğin mimarlığına kattığı değerleri ve Bodrum'un yeni mimari çizgisini konuştuk.

Fotoğraflar Engin Aydeniz.

Maison Française: Bodrum için beyaza boyanmış İstanbul deniyor, ne düşünüyorsunuz?

Gökhan Avcıoğlu: İstanbul Türkiye'nin dörtte birinin yaşadığı bir merkez. Sanat, finans, medya, sosyal hayat, üretim; her konuda merkez oldu. New York bu kadar merkez değildir; diğer şehirler o yükü paylaşır. İstanbul hem kararın, hem itirazın şehri. Başkent değil ama kentlerin başı... Bu büyük bir yük. Bu, günlük hayatın her noktasına siniyor, rahatsız ediyor. Göçle gelenlerin getirdiği yerine götürdüğü şeyler oluyor. Bu elbet bir gün değişmek zorunda ve sanırım başlama sinyalleri geldi. Nüfusu azalacak, şehir kararlarında kadınların ve gay'lerin de sözü dinlenecek, yabancılara kucak açılacak. Kısaca İstanbul'un bu noktadan sonra
yapacağı şey küresel bir şehir olmak. Bunu başarırsa kilolarından, obeziteden kurtulur. İstanbul'a alternatif şehirlerden birini Bodrum olarak görüyorum. İstanbul'dan sonra, İstanbul alışkanlıklarını sürdürebileceğiniz tek yer Bodrum hatta... İstanbul gerçek öz suyunu, ruhunu istemeden kaybetti. Çok sayıda iç göç oldu; mübadeleler ve varlık vergileri ile İstanbullu başka ülkelere göç etti ve yerlisi azınlık kaldı. Bodrum'a da İstanbul'dan gelme, hiç azımsanmayacak sayıda bu sebeplerden dolayı. Bugün itibariyle hayat kalitesi daha yüksek. Burada günlük hayat daha ekonomik, toprak verimli, organik, doğal, ne ekersen biçersin. Apartman daireli bir hayat yerine, bahçeli bir evin olur. Denizi, suyu soluyarak gidersin işine. Öğle tatili denize girersin, bütün yarım ada doğal plaj.


MF: Bodrum'da yaşamayı düşünür müsünüz?
G. Avcıoğlu: Bana kalsa ben Bodrum'da yaz kış yaşarım. İşim gereği çok seyahat ediyorum, Bodrum'dan gitmeye kalksam, aktarmalarda çok vakit kaybederim. Tek engel gerçekten bu. Yoksa ben de Bodrum'da yaşamayı tercih ederim. Diğer iki ofisimizden biri New York'ta, diğeri de burada ve Bodrum oldukça aktif. Burada her biri birer kasaba gibi olan 21 tane koy var, Köy/Koy
diyoruz bunlara. İstanbul da bugün hâlâ isimleri kullanılan köylerden oluşuyor: Va-niköy, Ortaköy gibi... Bodrum'u Çeşme ya da Alaçatı'yla kıyaslamamalı, tamamen ayrı özellikler. İsteğimiz, arzumuz, Bodrum'un kendine yeten bütün mevsim zengin, dolu bir bölge-kent durumuna geçmesi. Bodrum kendi kendini yönetebilmeli. Muğla'nın bir kasabası statüsünde olamaz artık. Sadece yazları işgal edilen bir yer olmamalı. İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den ve diğer kentlerden Türkiye'nin varlıklı insanları hatta varlıklı dünya vatandaşları burada mülk sahibi ama vergilerini başka yerlerde ödüyorlar, buraya dönüşü olmuyor ne yazık ki. Bu dengesizlik soylu geçmişine haksızlık oluyor... İklimi, doğası ve tarihi, değişik üniversiteler, sanat tarihi, mimarlık, arkeoloji, culinary, otelcilik, servis sektörü eğitimleri, denizcilik, balıkçılık, tarım, çiftçilik, sosyal medya, dijital teknolojiler gibi eğitimler için çok müsait. Türkiye'nin Kaliforniya'sı bir anlamda. Her koyda farklı yaşam alternatifleri var, Turgut Reis başka, Yalıkavak başka, Bodrum'un içi başka türlü yaşam şekilleri sunuyor. Üç bin yıllık tarihi olan bir yer. Burada ne medeniyetler kurulmuş. Sanat, edebiyat, tarih, bilim hep çok kuvvetli var olmuş burada. Düşünsenize dünyanın yedi
harikasından biri olan Kral Mausollos'un mezarı, yani Halikarnas Mozolesi burada. Sürgün şehri olmuş, resmi değerini kaybetmiş ama kökleri hâlâ sağlam; öyle sağlam ki sürgüne gelen şair olmuş, yazar olmuş, geri dönmemiş.
Batı mimarisi denilen çizgiyi aramak için daha batıya gitmeye gerek yok. O batının bütün kaynakları, başlangıcı burası.


MF: Bodrum'da başlayan markalı konut projelerinin farkındasınızdır. Keşke böyle yapmasalardı derken buluyor musunuz kendinizi?
G. Avcıoğlu: Bakmayın, başka kentlere göre Bodrum yine de erken zamanda yapılan bazı imar planları sayesinde çok daha iyi korunmuş durumda, başka şehirler kendi derdine yansın. Gördüğünüz bu olumsuzluklar Türkiye'nin genelinde olan problemler. Yerleşmenin olduğu her yerde halihazır imar yönetmelikleri oldukça ve yerel yönetimlerin işleyiş mantalitesi bu oldukça sorunlar da yaşanmaya devam eder. Her şey yasak statüsünde olunca herkesin kafası karışıyor. Her şey yasak olunca kimsenin takmadığı bir çelişki oluşuyor. Yasağın sebebi ne? Ya da hangi durumlarda bir yasağa gerek duyulabilecek durumu yaratmadan yerleşebilir, çevreyi ve çevre değerlerini koruyarak bina yaparız? Cumhuriyet'in kuruluşundan beri aynı yanlışlar yapılageliyor. Zaten alıcı da Bodrum'u gerçekten yaşamadığı, denizi görmediği bu gazlama projelerin çoğuna rağbet etmiyor. Onların geldikleri gibi gideceklerini düşünüyorum. Buralar onların beklentisini sağlayan bir rant sunmayacaktır... Verme alma dengesi eşit olmalı hiç değilse.

MF: Bodrum'un koyları turistik tesis mi olmalı, konutlar mı olmalı, halka mı ait olmalı?
G. Avcıoğlu: Hepsi bir arada olmalı.


MF: Hepsi olmuyor, konutlar ve oteller kapatınca halk için yer kalmıyor...
G. Avcıoğlu: Sahiller halkındır. Kimse kapatamaz; sivil güvenliğe de, kamusal değerlere de aykırı.


MF: Kapatan yüzlerce otel sayabilirim size...
G. Avcıoğlu: Ama istersen ben denize girmeye geldim deyip girebilirsin, kimse engel olamaz. Şezlongu kullanamazsın, belki onun bir ücreti vardır, ama onun dışında hiç bedel ödemeden tüm sahilleri kullanabilirsin. Bütün dünyada böyledir bu. Turgutreis'te yaptığımız Svvissotel'de de öyle. Biz kumsalın sağında solunda bir engel yapmadık.
İsteyen tüm sahilde yürüyüş yapabiliyor. Gelip denize girebiliyor. Sadece şezlonglar ekstra ücretli olabilir. Sahiller herkesindir. Bu kanuni olarak böyledir, sahip çıkmak gerek. Ama o kumsalı, denizi temiz tutma-casına sahip çıkmak... Bu toplum bilinciyle ilgili bir şey. Ben Gezi gençliğinden bu sahiplenmeyi bekliyorum. Çünkü bence Gezi, mimari ve onu şekillendiren bir yaşam tercihi hareketi olarak ortaya çıktı.


MF: Bodrum’da yeni popüler bir hareket var, yerel malzeme ve geleneksel yöntemlerle yapılan evler...

G. Avcıoğlu: Biz buna mimarsız mimarlık diyoruz. Bu girişimin kuvvetli olması çok önemli çünkü bazen mimari, mimarlara 'bırakılmayacak kadar önemli bir konu oluyor. TC kuruluş yıllarında her konunun mimar lisansı ile yapılmasını koşul olarak kabul etmiş. Etmiş ama mezun olana bu yetkiyi ilk günden ve sınırsız vermiş, ya da o tarihler eğitilmiş adam bile zor bulunurken eğitim üstüne mesleki tecrübenin önemini atlamış, lisans alımı için ayrı bir sınav yeterlilik mekanizması, tecrübeye dayalı bir proje büyüklüğü sorumluluk sınırı getirmemiş. Çevremizdeki sorunların içinde mimarın da böyle dolaylı yetkisinden dolayı bir etkisi var, mimarlar odalarını, bugünden tezi yok günümüz şartlarına revize ederek üzerlerinden bu yükü ve vebali atmalılar.

1 ve 2. Çatısındaki süs havuzuyla ünlü Exploded House, Bodrum.
3. Kuum Otel.
Benden sadece malzemeye dayalı çalışmalar, amatör faaliyetler beklenmemeli, çünkü profesyonelliğime aykırı olur. Bağlantılar, ışık ağırlıkları, bir alan meydana getiren strüktürler, formlara meraklıyım ben. Tek yönlü olarak malzeme ve onun olanakları üzerinden inşa etme tek başına benim için arka planda kalıyor. İşlerime bakarsanız taş, malzeme olarak her zaman işin içindedir ama öncelikle mekânlar, araziyi doğru değerlendirmek önemli benim için. Bana göre yerel olan Halikarnas Mozolesi'dir. Ben bir proje üzerinde çalışırken Efes'teki yamaç evleri kullanıyorum yerel fikir olarak. Bana ilham veren onlar. Malzeme değil arka düşünce ile ilgiliyim.


MF: Bodrum mimarisi deyince...

G. Avcıoğlu: Benim aklıma Halikarnasos, eski Myndos yerleşkesi, İyonya ve bütün Grek mimarisi geliyor. Çocukluğum buralarda geçti benim; Azra Erhat, Sebahattin Eyü-boğlu. Cengiz Bektaş'ı dinleyerek, Ege'nin tarihi hikayeleri içinde... Geleceği inşa etmek için bugünkü Bodrum'a değil, dünkü Bodrum'a bakıyorum ben.


MF: Bodrum'da hangi projelerde sizin imzanız var?

G. Avcıoğlu: Kuum Otel, Mandarin Residences, Turgutreis Swissotel, iki yeni ev ve otel master plan projeleri yaptık. Bodrum'da her zaman projemiz oluyor. Bodrum bizim ikinci evimiz.


MF: 0 kadar otel yaptınız ve gelip teknede kalıyorsunuz. Özel bir sebebi var mı?

G. Avcıoğlu: Sebebi, Rahmi Koç'un kendisi için yaptırıp ilk dünya turuna çıktığı bu tekne, Nazenin. 20 metrelik, 40 yaşındaki tekne, 5 senedir benimle ve adı şimdi adi Naz-que. Hem yelkenli, hem motoryat, catched olarak geçiyor. Tik ağacından, tamamen antistatik olarak bir Akdeniz ruhuyla yapılmış. Serdar Cümbüş ve Şule Zorlu bizden önceki sahipleri, onlar sevdirdi bize hayat-lı ev prensibinin denizdeki halini diyebiliriz. MF: Teknede yaşam mimarlığınızı nasıl etkiledi?


G. Avcıoğlu: Minimumda yaşamayı öğreniyorsun mesela. Çok garip, belki bugüne kadar sayısız tek ev, grup ev, çok katlı ev yaptım ama ben çok özel ev içi mimarı değilim. Ben çok çok özel ev ve ev içi mimarı olabilirim. Beni bilip de gelen insanlarla evlerini çalışıyorum. Ama tekneden ofise gidince, "ben süveterlerimi ayrı bir rafta istiyorum" diye bir müşteri isteğiyle karşılaşınca insan yadırgıyor tabii. Denizde olduğun zaman her şey çok derli toplu, sağlam olmalı. Teknede yaşamaya başladıktan sonra inşaat sektörü çok üfürük geliyor deniz sektörüne göre. Çünkü denizde her şeyin en sağlamını, en iyisini almak zorundasın. Her şeyi denemelisin ve yedekli olmalısın. Benim deniz bilgim olmasaydı. Esma Sultan projesini yapamazdım. Burada kullanılan tüm ak-
samları, yapının incelmesi için gerekli olan tüm hareketleri Esma Sultan'da görürsün. Ben denizcilerden bu değerde çok şey öğ-renmişimdir. Mimarlık eğitiminde salt karaya bağlı öğrendiğimiz pek çok konu için başka bakış açıları kazanmışımdır.


MF: Daha önce hiç tekne yaptınız mı?

G. Avcıoğlu: Baştan sona henüz bir tekne yapmadım ama bunun bir büyüğü üstünde çalışıyorum. Bu tekneyi model aldım çünkü çok doğru oranları ve kullanım planı var. Yabancı yapım teknelerle, bizim Egeli Türk teknelerinin tasarımı arasındaki fark şudur: Bu arka bölüm, yani keyif bölümü bizde büyüktür ve önemlidir. Onlarda yoktur, içeride bir hayata önem verirler, çünkü okyanus gibi, çok dalgalı denizler için tasarlanmışlardır. Biz hem keyif olsun, hem seyir olsun isteriz. Ama eminim okyanusa da çıksaydık bununla çıkardık. Çünkü dışarıda olmayı ve paylaşmayı seviyoruz, dostlarla olmayı istiyoruz.


MF: Gökhan Avcıoğlu imzasıyla bir mimari proje nasıl şekillenir?

G. Avcıoğlu: Her yeni proje geldiğinde, hâlâ kendime göre korkularım olur. Sonuçta bana da proje bir zarfla vahiy şeklinde gelmiyor. Burada bunu yap, şurada şunu yap demiyor kimse. Ben de düşünüyorum, taşınıyorum, uykusuz kalıyorum, gece kalkıp dolanıyorum. Ama bunu müşteriye yansıtmıyorum. Onun karşısında eyvah ne yapacağız, nasıl çözeceğiz demiyorum. Mies van der Rohe'nin bir telkini vardır, böyle durumlarda hiçbir zaman mimari konuşmayın; havadan sudan, çocuklardan konuşun, politikadan, futboldan bahsedin der. Erken yaş-
larda mimarlık dergileri için röportajlar yapardım. Ünlü bir mimarın kapısını çalsam, ben genç bir mimarım bana biraz anlatın desem, yüzüme bakmazdı. Röportaj dediğimde -şimdi bende gördüğünüz gibi- şakıyor. Jean Nouvel, Emilio Ambasz, Frank Gehry, Steven Holl, Richard Rogers'e gittim. Behruz Çinici'yle yaptığımız bir röportajda demişti ki, "Ben bir projeye başladığım zaman Behruz gider. Nevruz gelir." Herkes kapıları kapatır kaçarmış. Bazen ben de öyle oluyorum.


MF: 'The Proje' hangisi?

G. Avcıoğlu: Hepsi. Bir tanesini seçemem. Ama şunu söyleyebilirim, benim mübalağasız ve tartışmasız, 7'den 77'ye kabul gören projem Esma Sultan'dır. Orada ortak bir sevgi var, diğerleri tartışmalı güzellerdir. Seveni de, sevmeyeni de olmuştur ve benimsenmeleri zaman alır.


MF: Gelecek projeleriniz neler?

G. Avcıoğlu: Geçen sene mimarlık ve şehir kültürüyle ilgili bir vakıf kurdum. Merkezi İstanbul ve Bodrum. Vakıfta sosyal sorumluluk projeleri yürütüyoruz ve yeni nesil mimarlar yetiştiriyoruz. Bodrum'da bir teknopark kurmak için yer bakmaya başladık. Bir hayır kurumu için İstanbul'un iki farklı yakasında 500 ve 200 dönümde yer alan yeni kam-püslerin master planları var. Bazı okullarda workshop'lar yapıyoruz. En son Kayseri Mimarlar Odası ile Erciyes Üniversitesi'nde, DYO işbirliğiyle 2 günlük workshop yaptık. Her yıl 40-50 hatta 60 öğrenci staj için geliyor. Küçük bir okul gibi olduk. Bunu daha ciddi bir eğitim platformuna taşımayı düşünüyoruz. 



"Her yeni proje geldiğinde, hâlâ kendime göre korkularım olur. Sonuçta bana da proje bir zarfla vahiy şeklinde gelmiyor. Burada bunu yap şurada şunu yap demiyor kimse. Ben de düşünüyorum, taşınıyorum, uykusuz kalıyorum."
 





 

 




Fotoğaflar