L'officiel Aug.'13

 

Eski Nişantaşı evlerini her zaman etkileyici bulmuşumdur. Apartmandan içeri girdiğiniz an, asansörlerin, merdivenlerin ve yüksek tavanların yarattığıbüyüleyici ortamda nostaljik bir yolculuğa çıkarsınız. Mimar Gökhan Avcıoğlu'nun hem ofisinin hem de evinin yer aldığı Güneş Apartmanı da işte böyle bir yer. Projeleriyle birçok ödül kazanan başarılı mimarın yaşadığı mekan, en az apartmanın kendisi kadar ilgi çekici. Dünyanın farklı noktalarından getirdiği objeleri evinde biriktiren Avcıoğlu'nun kütüphanesinde Tokidoki oyuncaklarından oda kokularına, tekila bardaklarından şık mumlara kadar ne ararsanız var. Ofisinde ise yüzlerce kitap ve tasarım dergileri sizi kapıda karşılıyor. Önce hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz, sonra dikkatinizi bir anda Avcıoğlu'nun gözlük ve kalem koleksiyonu çekiyor. Bu konuda karşı konulamaz bir zaafı olduğunu söyleyen Avcıoğlu ile mimarlığa olan tutkusunu ve yeni projelerini konuştuk. 

Hep mimar olacağınızı mı dusundunuz?

Küçükken çok sık seyahat ederdik. Özellikle Efes, Milet, Priene, Bodrum, Bergama, Orgüp ve Göreme gibi eski medeniyet ve şehir hara­beleri beni çok etkilerdi. Küçük küçük bir sürü parçadan oluşan bu düzen bana oynadı­ğım lego'ları hatırlatıyordu.

Sizde Lego’larinızla kendi şehirlerinizikurmaya mı karar verdiniz?

Mimarlıktan çok sanatla ilgileniyordum. Resim ve heykele yöneldim. Onların bireysel ifadede daha etkili olduğunu düşünüyordum. Ancak zamanla tek başıma bir şeyler yapma­nın beni yorduğunu, mahzunlaştırdığını ve bazen de sertleştirdiğini fark ettim. Mimarlık yaparken içinde bulunduğum takım çatışması çok daha keyifli ve mutluluk vericiydi. Hukuk ve spor dalları gibi kazanan ile kaybedenin kesin çizgiler ile ayrıldığı meslekler vardır. Mimarlıkta ise çoklu üretim on planda. Hatta çok yönlü bir kazanımın peşinde oluyorsun. Bunun özel bir yanı olduğunu düşünüyorum. 

İleri mimarın kendine has bir tarzı vardır.Sizinkini nasıl tanımlarsınız?

İlk akla gelmeyen ya da ilk bakışta görün­meyen potansiyelleri ortaya çıkarmak benim için ön planda. Ayrıca, çalıştığım projelerde, o arsanın etrafındaki kalıcı ya da geçici unsurlar üzerinden, orada yaşayacak, orayı kullanacak ya da sadece yanındaki yoldan geçecek kişiler ile mimari bir iletişim kur­masa özen gösteriyorum, özetle, çok kişinin kullanımına yönelik, kamuya açık projelerden hoşlanıyorum. Bunlar, sanat ile mühendislik arasında çözümler sunmamı sağlıyor.

Yaptığınız ilk projeyi hatırlıyor musunuz?

Hiç unutulur mu? 3x3 metrelik bir İsparta halısı üzerinde lego şehri yapmıştım (gülüyor). Çocukluk projemdi. Halının kenar bordürlerini de şehrin ortasından geçen bir otoban olarak kullanmıştım. İlk profesyonel projem ise Nevzat Sayın ile birlikte gerçekleştirdiğimiz avlulu Kervansaray modeli bir otel mimarisiydi.

En unutulmaz projeniz?
Seçim yapmak çok zor. Esma Sultan. Kuum. Park Orman. One & Orlakoy. Borusaıı Beyoğlu ve şu anda üzerinde çalıştıklarım.

Memnun kalmadığınız projeler oldu mu?

Sonucundan memnun kalmadığım bir proje yok ama hazırlık aşamasında kendi kendime şüpheye düştüğüm oluyor. Aslında tipik bir günüm. "Ne yapsam?" ile "Ne yapmasam?" arasında geçiyor. Hep. "Daha iyisi nasıl olur?" diye düşünüyorum. Mevlana diyor ki: "Bariz düşmanı. karşılı olanın işi kolay. Bense kendimle. nefsimle kavgalıyım. Bir yanım obur yanımla barışık değil." Bu yüzden insanlarla birlikle üretmeyi seviyorum.

Sürekli insanlarla birlikle çalışmak yorucu olmuyor mu?

Oğlak burcuyum. Kavimleri severim. Burcumun kökeni, kavminin geleceği için yaşayan ve üreten avcıların zamanına dayanıyor. Ama tabii bireyselliğimi, tekliğimi de korumak isterim.

Amerika ile Türkiye arasında mekik dokuyorsunuz. İki ülke arasında mimari yönden nasıl farklılıklarla karşılaşıyorsunuz?
Üç yuzyıl gibi kısa bir zamanda tamamlanmış şehirlere ve kültüre sahip bir ülke ile hâlâ bitmemiş şehirlere ve kimlik sorununa sahip 8.500 yıllık bir ülke arasında ilginç bir salınım yaşıyorum. Tarifi çok zor. Ancak bu farklılıkların beni beslediğini düşünüyorum. Temelde, birbirine zıt iki şehir ve iki zaman imparatorluğu kurgusu ile üretim yapıyorum

Türkiye'deki şehir mimarisinin hala tamamlanmadığını söylüyorsunuz. Sizce mimari açıdan nasıl bir yolda ilerliyoruz?Eskiye oranla daha modern ve yeniliklere açık değil miyiz?

Yeniden anlam aradığımız bir noktadayız. Binlerce yıllık bir mimarlık ve yapı mühendisliği tarihinin üzerine, geçen yüzyılda hem daha önce olmayan muhteşem mimariler yapıldı, hem de bir o kadar gereksiz yapılar karşımıza çıktı. Eksilerin artıları götürdüğü bir dönemi yaşıyoruz. Yanlış yapı enfeksiyonlarının iyi olanların üzerine çıktığı üretimler oluyor. Mimari ve şehircilik de bundan nasibini aldi. simdi ise yeni bir surece girdik. Eskisi gibi yok etmeye yonelik dusunmuyoruz. "Elimizdekini nasıl koruruz?" dönemine girdik. Parkları ve yeşillikleri koruyoruz, şehirlerde ortak kullanım alanları istiyoruz. Ancak artık yeniliklere açık mıyız, ondan pek emin değilim.

Şehirlerdeki ortak alanlardan bahsettiniz. Sizin de bu tarz iki projeniz fok konuşulmuştu.
Beşiktaş'ta balık pazarı projemiz oldu. Ortak kullanım alanlarının şehirleri var ettiğine inanıyorum. Hatta turizm konaklama alanlarını bile bu kapsamda ele alıyorum. İleride başka projelerim de olacak, örneğin şu anda 50 dönümlük bir alanı parka dönüştürmek için çalışmalar yapıyorum. Zihnimde bostan fikrinden yola çıkan bir yaklaşım geziniyor. Türkiye'de bu tarz alanlar çok az.

Geçenlerde mimari eğitim veren bir okul açacağınızı okumuştum. Bu projenizi biraz daha ayrıntılı anlatabilir misiniz?

İlk uç yıl bütünüyle geçmişe donuk klasik mimari eğitimi olacak. Sonraki üç yıl ise daha yenilikçi teknolojiler ön plana çıkacak. Bu konuda üstadım Alpaslan Ataman ile içerik konusunda her gün müzakere ediyoruz.